Bu sene 30 yaşımı bitiriyorum,
kendimde önemli değişimler fark ettiğim bir yaştayım. Evlilik kelimesine,
kadınlığa, ilişkiler, arkadaşlıklar, hayat ve aşka dair fikirlerim beş altı
sene öncesine oranla tamamen değişti.. Bu değişimde kimsenin doğrudan payı
olmamakla birlikte, insanların sürece dolaylı paylarına ek olarak kendime daha
fazla değer vermeyi öğrenmem de eklendi.
Mesela ben onsekiz, ondokuz, yirmili
yaşlarda iken, birkaç seneye kalmaz evlenip, çoluk çocuk sahibi olacağımı hayal
ederdim. Özellikle kalabalık bir aile içinde yer alma arzum beni saran daima
canlı bir histi. Daha az sayılı ailelerde ve çeşitli zorluklarla büyümüş
olanlarınız eminim beni anlayacaksınız. İnsan evinde, yanında yöresinde bir
ses, bir nefes arıyor. Bazen sadece dört kişilik bir oyunu oynamak, güzel bir
tabloya birlikte bakmak, kısa bir seyahate çıkmak, saçmalamak, bir giysi
paylaşımı yapmak veya farklı fikirleri dinlemek için bile buna ihtiyaç
duyulabilir.
Elbette biliyorum, insan tek başına
da gayet mutlu olabiliyor; örneğin 2012’de İstanbul’a taşındığım ilk hafta
kendi kendime Asya’dan Avrupa’ya geçip, tüm saraylar ve müzeleri gezmiş,
ilerleyen bir ayda o zamana dek detaylı bilmediğim istanbul’un semtlerini, iyi
müzik çalan yerleri, deniz kıyısında gidilebilecek kahveleri ve alışveriş
noktalarını tamamen kendim keşfetmiştim. ama bir süre sonra kendi sesini
duymaya başlamak, mutluluk ve üzüntülerini arkadaşların veya yakınların dışında
biriyle paylaşmak, belki de en önemlisi “yakınlık kurmak” elzem bir ihtiyaç
haline geliyor. Kişisel gelişimciler genelde bir şeye ihtiyaç duymanın onu
kaybetmekle eş değer olduğunu söyleseler de, bence dünyadaki en güzel ihtiyaç
ve beklentilerden biri de birini sevmeyi ve birinin seni sevmesini
beklemek..Paylaşma ve hissetme ihtiyacından daha güzel bir şey olabilir
mi..
Keşfettiğin yeni bir yerde sevdiğin
insanla oturmak, denize bakarken tek başına hayal kurmak yerine paylaşımda
olduğun insanla sohbet etmek, ortak bir gelecek hayali kurmak daha güzel değil
mi.. Elbette bunlar arkadaşlar ve dostlarla da yapılabilir şeyler; ama insan
doğası gereği birine ruhunu tamamen açmak ve hatta kadınlar da bazen inkar
etseler de korunmak, kollanmak, erkeğin gücünü hissetmek istiyorlar.
Her şeyi tek başına yapan bir kadını
düşünün.. Yanan ampulü değiştiriyor, bozulan arabayı tamirciye götürüyor, para
kazanıyor, kilolarca poşeti alışverişten sonra evine taşıyor bazen problemli
komşuları ile tek başına muhatap olmak zorunda kalıyor.. Bu kadının bir babası
yok mu derseniz, pek ala gençlik döneminde yukarıda saydıklarımı babalar da
yerine getirebilirler ancak ilerleyen yaşta kadının babası dışında yeni bir
erkeğe ihtiyacı doğuyor.
O zamanlar kurduğum hayaller gençlik
döneminin verdiği tecrübesizlikle gerçekleşmese de, hiçbir zaman aklı beş karış
havada bir gençlik geçirdiğimi de söyleyemeyeceğim. Hayattan beklentilerim,
insanlara yaklaşımlarım daima yaşımdan büyük ve kararlı olmuştur.
Ancak o yıllarda hesap edemediğim
birtakım durumlar vardı. Bunlar ikiye ayrılan ve insan hayatının önemli
dönemlerindeki eşikleri oluşturan konulardı; olmayan şeyleri zorlama tavrını
geride bırakarak ilerleyebilme gücü elde etmek ve yanlış insanlar üzerinde
hayal kurmayı bırakarak kendi hayallerine yönelebilmek. Birincisi kaderi kabul
edebilmeyi ikincisi de kendini sevmeyi öğrenmekle aşılabilen türdeydi.
Gençlik dönemimde beklediğim beyaz
atlı prens orta yaş dönemine yaklaşırken hala yolda görünmedi; ya atı
hastalandı da gelemedi ya da kendisi yolda başka prensese denk geldi. Seneler
böyle geçerken sonunda at ve prens konusunda yeni bir aşama kaydettim ve
beklemeyi durdurdum. Kendimi işime gücüme, hayatıma ve yapmak istediklerime
vermeye başladım. Böylece işimle ilgili yeni fikirlerim ve beni ileriye taşıyan
yeni başlangıçlarım oldu. Anladım ki olmayan şeyleri zorlamak veya kaderin
belirli kör noktalarına ışık tutmaya çalışmak bir işe yaramıyordu. Belki de
öğrenmem gereken başka şeyler vardı; mesela öncelikle kendimi sevmeyi
öğrenmek..
Hep duyduğum bu kelimeyi sanırım
senelerce yanlış anlamıştım, çünkü genellikle fedakarlık yapan, başkalarının
iyiliğini onlardan önce düşünen, aman üşümesin, aman işi gücü iyi olsun, acaba
aç mı açık mı diye içimden geçiren bendim. Sorunları çözme konusundaki hevesim
sayesinde tüm gelişen problemlerde kendimi ortaya koyan, konuyu hemen çözümleme
ve olaydan kurtulma yanlısı olan ben.. Hak etmeyen arkadaşlara, öğretmenlere,
hiç hak etmeyen insanlara gereğinden fazla değer vereyim derken, kendi değerini
yarı yolda bırakan.. Biraz daha sevilmek, “Bak ben tam da sevilesi biriyim..”
mesajı vermek için adeta iyi insanı oynayan ben…
Oysa anladım ki istenmeden yapılan iyilikler
karşıdaki insanı kendine psikolojik olarak borçlu bıraktığın için sana ağır
faturalarla geri dönebiliyormuş.
Öğrendim ki kendinden önce başkasını
düşünmek, kendi sınırlarını net olarak belirlememek başkasına yapılan iyilik
değil, kendine yapılan kötülükmüş.
Kendinle mutlu olmak demek, kendine
zaman ayırmak, kendini şımartmak, kendini takdir edebilmek ve kötü yanlarını
bile sevebilmekle eş değermiş.
Bir arkadaşa, bir dosta, herhangi
birine olduğundan fazla değer vermek kendi değerinden eksiltiyormuş..
Artık kimseye iyi insan olma gayemin
kalmadığı bir yerdeyim. Bu tam da kalabalıklarda çırılçıplak dolaşmakla aynı
şey..
Bir insan, artılarının yanında
eksilerini sevemeyecekse gelmemeli..
Sürekli gülümseyemezsin; ağlarken
gözyaşlarını silemeyecekse yanında olmamalı..
Bazen enerjin düşebilir, bazen aşırı
kıskanç biri olabilirsin, bazen ilgi delisi, bazen tamamen işine dalmış biri..Bazen
insanlara dalmış bazen tamamen yalnız.. Bazen çocuk bazen kocaman bir kadın ya
da adam.. Seni böyle kabul edemeyecek, tüm duygularını saramayacaksa bil ki
ileride birlikte mutlu olmanız zor bir olasılık olacak.
Seni ilk zamanlardan itibaren belirli
bir çizgiye sığdırmaya çalışacak, “Ben ve benim yaşamım, benim koşullarım,
benim zorluklarım..” diye diye senin hayatını ve isteklerini ikinci plana
atacaksa bil ki ileride çok şey kaybedeceksin; mesela kendini.. Unutma ki her
insanın, en önemlisi senin de hayatında birçok zorluk ve çözmen gereken problem
var; ama birini gerçekten kalbinle seversen tüm bunlar gözünde küçülürler..
İnsan bu hayatta seçimleri ile
yaşarmış, önceliği kendine vermeyen, her zaman başkasının hayatında bir seçenek
olurmuş. İnsanların seçeneği değil önceliği olmak için ekseni kendinde tutman
gerekli..
Bu arada yeni döngümle birlikte bir
aşama daha kaydederek affetmemeyi de öğrendim.. Evet yanlış duymadınız;
affetmemek.
Son yıllarda sıklıkla duyduğumuz “Onu
affet, bunu affet…” kelimelerinden, her şeyi yutup, sineye çeken bu yüzden de
mide ağrıları ile dolaşan bir toplum olduk çıktık. Bana büyük yanlışlar veya
haksızlıklar yapmış birini asla affetmemem gerektiğini öğrendim. Bana kalsa
ertesi gün yaptığını unutup, öteki gün yolda selam vereceğim örnekler
bulabilirim. Ama hayır; hayatta her şeyin bir bedeli var ve bazı olayları, kişi
ve konuları kesinlikle affetmememiz gerekiyor. Üstelik bu kendimize saygımız
için kesinlikle gerekli.
Affetmemek; unutmamak demek. Kişisel
gelişimcilere göre unutmak/affetmek daha iyiymiş ve bizi rahatlatırmış.. Kadın
daha yeni çocukları ile aldatılmış ve terk edilmiş, üstünden bir ay geçmemiş “e
hadi kocanı affet, affetmek onunla konuşmak değil ama sana kendini rahat
hissettirecek bir durum..” diye telkinler verilmeye başlanıyor. Ya da daha da
başka türlüsü “Kendini affet..” İnsan, bir hata yaptığında kendini
suçlayabilir, tüm süreci yaşadığı için pişman olabilir ama kendine duygularını
tanımlamak için yeterince süre tanımaz ve süreci içsel olarak yorumlamaya zaman
ayırmazsa bu kez kendimi affediyorum derken üzeri örtülü bir depresyona adım
atmış olur. Kısaca birilerini veya kendini hemen affet önerisinde bulunanlara katılamayacağım,
çünkü bu tezi savunanların yanıldıkları nokta insan bilinçaltının zaten hiçbir
şeyi unutmadığı..
Bazı savunma mekanizmaları ile üzerini örtmek, konudan
kaçmak, yansıtmak, bastırmak, yön değiştirmek gibi eylemler kişinin zihnini
rahatlatsa da, bilinçaltında konu “affettim geçti” dendiği ve olaya yeterince
yer verilmeyip, yüzleşilmediği takdirde kesinlikle daha yoğun ve zarar verici
biçimlerde gelecekte canlı kalmaya devam ediyor. Üstelik bu yer verme ve olayı
“görme” yani acıyı yaşama hali bir haftada olacak veya bir haftada çözümlenecek
bir şey de değil. İnsanın, bir acıyı tamamen sağlıklı şekilde yaşayıp duygusal
alanından boşaltabilmesi için, o konuyu yaşadığı sürenin en az üçte biri kadar
zamana ihtiyacı var.
En iyisi sizi üzen, kıran, inciten,
değersiz hissettiren konu, kişi ve olayları affetmemek yani unutmamak.
Unutmayın ki bir sonraki defa aynı kişi veya olaya ikinci şansı verme hatasında
bulunmayın. Affetmeyin ki kötülerin her yaptığı davranış yanına kar kalmasın.
Üzerini örtmeyin, gerektiği kadar bir süre canlı tutun ki, ileride alakasız bir
yerde o duygu hak etmeyen birine patlamasın.. Siz affetseniz de affetmeseniz de
zaten evrenin sistemi herkese hak ettiğini bir noktada geri veriyor. “Nefret
ediyorum, sevmiyorum, kırıldım, çok üzgünüm…” kelimelerini kullanabilmenin
gayet insani bir durum olduğunu ve travmatik olaylarda tıkanıp kalan duygusal
dünyanızın ancak konuşarak, paylaşarak, hatta bazen yas tutarak yeniden
açılabileceğini fark edin.
Zamanla her şey eriyip, rüzgarlara karışacak ve
başka bir ülkede zehirli bir çiçekte nefretiniz, üzüntünüz, kırgınlıklarınız
yeniden açıp sizden uçup gitmiş olacak..
Her şey geçer, her şey biter… ve
geriye kalan sadece sizsinizdir..
İyi insan olmak, sevilmek,
mükemmelleşmek, herkesin onayladığı biri olma ihtiyaçlarından tamamen
soyunabilmek için… Kendime merhaba demeyi öğrendim…
Ve sanırım tam da bu noktada hayat bana bir gülümseme ile karşılık verdi... O gülümsemenin içinde olan"lar"a şükranla..
Didem Şarman
SOSYAL MEDYA
Facebook’ta beni takip edin:
Twitter’da beni takip edin:
İnstagram’da beni takip edin:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder